1 Ekim 2016 Cumartesi

Okudum/İzledim/İnceliyorum : Scent of a Woman ( Kadın Kokusu)

Yönetmen:  Martin Brest
Tür:  Dram
Yapım: 1992
İmdb : 8


Son zamanlarda körlükle ilgili birkaç film izleyince Kadın Kokusu kitabını okuduğum ve kitabı bitirir bitirmez çok büyük bir istekle filmini de izlediğim aklıma geldi.Körlükle ilgili diğer bir film tavsiyem; The Color of Paradise.

Kitapta kahramanımız toplumda güçlü kalmayı başarmış,insanların hayranlığını kazanan,yaşadıkları nedeniyle acımasızlaşmış,sert davranışlı,insanları zavallı durumuna düşürüp dalga geçmekten büyük zevk duyan ve savaş dolayısıyla görme yetisini kaybetmiş bir yarbay.Neden bu kadar kötü anlattım.Hayatınızda çok büyük acılar yaşamanız diğer insanlara da hayatı zindan edeceğiniz anlamına gelmiyor.Zaten kitapta sadece hareketler tasvir ediliyor.Kahramanın o hareketi yaparken ne düşündüğü konusunda bir fikrimiz yok ki zaten kitapta bolca bulunan diyaloglarda da kahraman asla gerçek duygularıyla değil hayat hakkında anlamsız sözler savurmasıyla dikkat çekiyor.İşte filmi daha iyi yapan Al Pacino'nun çok karizmatik olması -bunu inkar edemezdim- ve oyunculuğunun duyguyu da barındırmasıydı.Kitaptaki karakterden nefret ederken filmdeki karaktere aşık olmamızın başka bir açıklaması olamaz.Konu tüm İtalya şehirlerini gezdiği genç asker Çiko arasında ilerliyor.Bu yolculuklar Charlie'nin büyümesine neden oluyor.

Filmde ise yine görme yetisini kaybetmiş bir yarbay emeklisi ve yılbaşında eve uçak parası bulmaya çalışan lise öğrencisi Charlie var. Kitaptaki Charlie pek konuşmayan iyi bir dinleyici iken filmdeki Charlie apayrı ve nispeten güçlü biri. Filmin en önemli eksisi tamamen subjektif bir bakışla Amerika'da geçmesi olabilir. Kitapta Fransa şehirlerini dolaşıyorlardı.Fransa'da geçen filmleri özellikle Roma'da geçenleri çok ayrı seviyorum.Siz de bu düşüncedeyseniz Roma'yı en güzel yansıtan La Dolce Vita'yı izleyebilirsiniz. Bunun dışında kaçınılmaz olarak bir karşılaştırma yapacak olursam filmin çok daha etkileyici olduğunu söylemem gerekir. Senaryoyu güçlendirecek yeni odak noktalarının filme dahil edilmesi bu sonucu doğurmuş.

Şimdi bir sahne var ki hayatım boyunca bir sahnenin içinde kalmak zorunda olsam bu sahneyi seçerdim.Şu ayrımı yapmam gerekir ki ölüm veya radikal değişimleri içeren sahneler herkesi her koşulda içine alır,sarsar.Hiç beklemediğiniz bir kadın çok sakin bir sahnede cama koşup atlasa mesela ya da idam sahnesinde şarkı söylerken kadının ipini çekseler ve bir anda kadını sonsuza kadar sustursalar ya da ne bileyim film boyunca katili ararken katilin aslında çocuk elbiseleri giymiş bir cüce olması ve bıçakla sahnede üzerinize doğru koşması.Durdurdum kendimi çok fazla sarsıcı sahne örneği verebilirim ama bu ayrı işte. Burada anlatmak istediğim konu bu sahnenin en yüksek derecede huzuru taşırken aynı zamanda dramı da hissettirmesi. Evet tango sahnesi. Hayatımda kendimi en kötü hissettiğim anlarda izleyebileceğim bir sahne bıraktı bu film bana.Ama izlediğimden beri hiç açıp izledim mi sahneyi ; Hayır. Demek ki üzülünce filmlerden sahneler aklınıza gelmiyormuş, üzen kişiyle yaşadığınız bir sahnenin hayalini bir film sahnesine değişmiyormuşsunuz.Hala okuyan varsa neden bunu kendinize yapıyorsunuz?



Kitapta aşk hikâyesi de vardı.Filmde ise yoktu.Demek ki film aşka başvurmayacak kadar iyi.Bunun dışında daha etkileyici olduğunu düşündüğüm silah sahnesi filme farklı bir hava katabilirdi. Ancak buna yer verilmemişti. Belki de diğer uyarlamayı da izleyip buna karar verebilirim.Bilemiyorum.

Çekimler çok başarılıydı. Özelikle araba sahnesi inanılmaz güzeldi.A Short Film About Love'daki süt arabası sahnesi kadar güzeldi. Kitabı okumak size kalmış ama bu filmi mutlaka görmelisiniz ki zaten çok ünlü bir film izlemişsinizdir.O zaman niye inceledim.Öyle can sıkıntısı.